gamzeavcblog.wordpress.com Open in urlscan Pro
192.0.78.13  Public Scan

Submitted URL: http://gamzeavcblog.wordpress.com/
Effective URL: https://gamzeavcblog.wordpress.com/
Submission: On November 12 via api from US — Scanned from US

Form analysis 5 forms found in the DOM

GET https://gamzeavcblog.wordpress.com/

<form role="search" method="get" class="search-form" action="https://gamzeavcblog.wordpress.com/">
  <label>
    <span class="screen-reader-text">Arama:</span>
    <input type="search" class="search-field" placeholder="Ara …" value="" name="s">
  </label>
  <input type="submit" class="search-submit" value="Ara">
</form>

GET https://gamzeavcblog.wordpress.com/

<form role="search" method="get" class="search-form" action="https://gamzeavcblog.wordpress.com/">
  <label>
    <span class="screen-reader-text">Arama:</span>
    <input type="search" class="search-field" placeholder="Ara …" value="" name="s">
  </label>
  <input type="submit" class="search-submit" value="Ara">
</form>

POST https://subscribe.wordpress.com

<form method="post" action="https://subscribe.wordpress.com" accept-charset="utf-8" style="display: none;">
  <div>
    <input type="email" name="email" placeholder="E-posta adresinizi girin" class="actnbr-email-field" aria-label="E-posta adresinizi girin">
  </div>
  <input type="hidden" name="action" value="subscribe">
  <input type="hidden" name="blog_id" value="103529761">
  <input type="hidden" name="source" value="https://gamzeavcblog.wordpress.com/">
  <input type="hidden" name="sub-type" value="actionbar-follow">
  <input type="hidden" id="_wpnonce" name="_wpnonce" value="607baafaaa">
  <div class="actnbr-button-wrap">
    <button type="submit" value="Abone ol"> Abone ol </button>
  </div>
</form>

<form id="jp-carousel-comment-form">
  <label for="jp-carousel-comment-form-comment-field" class="screen-reader-text">Yorum Yapın...</label>
  <textarea name="comment" class="jp-carousel-comment-form-field jp-carousel-comment-form-textarea" id="jp-carousel-comment-form-comment-field" placeholder="Yorum Yapın..."></textarea>
  <div id="jp-carousel-comment-form-submit-and-info-wrapper">
    <div id="jp-carousel-comment-form-commenting-as">
      <fieldset>
        <label for="jp-carousel-comment-form-email-field">E-posta (Gerekli)</label>
        <input type="text" name="email" class="jp-carousel-comment-form-field jp-carousel-comment-form-text-field" id="jp-carousel-comment-form-email-field">
      </fieldset>
      <fieldset>
        <label for="jp-carousel-comment-form-author-field">İsim (Gerekli)</label>
        <input type="text" name="author" class="jp-carousel-comment-form-field jp-carousel-comment-form-text-field" id="jp-carousel-comment-form-author-field">
      </fieldset>
      <fieldset>
        <label for="jp-carousel-comment-form-url-field">İnternet sitesi</label>
        <input type="text" name="url" class="jp-carousel-comment-form-field jp-carousel-comment-form-text-field" id="jp-carousel-comment-form-url-field">
      </fieldset>
    </div>
    <input type="submit" name="submit" class="jp-carousel-comment-form-button" id="jp-carousel-comment-form-button-submit" value="Yorum gönder">
  </div>
</form>

POST

<form method="post">
  <input type="submit" value="Kapat ve kabul et" class="accept"> Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz. <br> Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha
  fazla bilgi edinmek için buraya bakın: <a href="https://automattic.com/cookies/" rel="nofollow">
			Çerez Politikası		</a>
</form>

Text Content

İçeriğe geç


GAMZEAVCBLOG

Menu




ÜLKEMIZIN FLORISTIK YAPISI VE “ETNOBOTANİK”

12 Aralık 2017 GamzeYorum bırakın

Yüzyıllardan beri süregelen insan ve bitki arasındaki bağ sonucunda, günümüzde
tüm dünyanın önemini kabul ettiği ve ciddi araştırmaların yapıldığı etnobotanik
bilim dalı doğmuştur. Etnobotanik araştırmalar, deneme yanılma yoluyla edinilmiş
ve uzun bir zaman süreci sonucunda nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar
ulaşan çok değerli bilgileri yansıtan içerikleri ile bitkilerin bilimsel olarak
değerlendirilmelerine önemli katkıda bulunmaktadır. 1

Zengin bir kültürel mirasa sahip olan ülkemizin de etnobotanik açıdan oldukça
kapsamlı bir bilgi hazinesi mevcuttur. Ancak, kırsal kesimden kentlere olan
göçlere ve gelişen teknolojiye paralel olarak, yeni nesiller bu hazinenin
değerini bilmemekte ve bu bilgiler kullanılmadığı için kaybolma riski
taşımaktadır. Bu nedenle çok değerli bu bilgilerimizin bir an önce yazılı hale
getirilme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu zorunluluk ülkemiz ekonomisi
açısından da önemlidir. Hangi bölgelerde hangi bitkilerden
yararlanılabileceğinin tespiti, ancak etnobotanik çalışmalar ışığında
belirlenebilecektir ve böylece halktan alınan bilgiler halkın ekonomisine katkı
sağlaması için geri dönecektir. 2

Diğer taraftan ülkemizde mevcut etnobotanik yayınlar oldukça dağınıktır ve bu
konuda başvurulabilecek bir merkez (merkezi kütüphane, veri tabanı, vb.)
olmadığı için de yayınlar taranamamakta ve bulunan bilgiler yeterince
değerlendirilememektedir. 1

Ayrıca “Türkiye’deki Etnobotanik Çalışmalar Hakkında Bir Bibliyografya” ve
“Türkiye Etnobotanik Araştırmalar Veri Tabanı” hazırlanmasına yönelik çalışmalar
da bulunmaktadır. 2

Ülkemizin Floristik Yapısı

Türkiye Florası 174 familyaya ait 1251 cins ve 12.000’den fazla tür ve türaltı
taksonu (alt tür ve varyete) ile oldukça zengin bir floraya sahiptir.2

Bu taksonların 234’ü yabancı kaynaklı ve kültür bitkisidir. Geriye kalan diğer
türler ise yurdumuzda doğal yayılış gösteren bitkilerdir.3

Tüm Avrupa kıtasının yaklaşık 12.000 kadar bitki taksonuna sahip olduğu
düşünüldüğünde yurdumuzun bitki örtüsü bakımından nedenli zengin olduğu
görülmektedir. Endemizm bakımından da yurdumuz oldukca zengindir. Tüm Avrupa
ülkelerindeki toplam endemik takson sayısı yaklasık 2750 iken ülkemizdeki
endemik tür sayısı 2891’ dir. Bu sayıya endemik olan 497 alt türü ve 390
varyeteyi dâhil ettiğimizde toplam endemik takson sayısı 3750’den fazladır.1
Ayrıca yurdumuz endemik tür oranı ve çeşitliliği açısından Orta Doğu’nun da en
zengin florasına sahiptir. Endemik bitki bakımından en zengin ülke olan
Yunanistan’da bile bu değer 800–1000 arasındadır. Bu farklılıklar göz önüne
alındığında ülkemizin bitki türleri açısından ne kadar zengin ve ilginç bir ülke
olduğu anlaşılmaktadır. 4

Ayrıca ülkemiz birçok cins ve seksiyonun farklılaşma merkezi olmasının yanı sıra
çok sayıda bitkinin de gen merkezi konumundadır. Günümüzde tarımı yapılan birçok
kültür bitkisinin yabani formları yurdumuzda doğal yayılış göstermekte olup
Türkiye florasının zenginliğine etkileri oldukça büyüktür. Türkiye’de tıbbi
olarak kullanılan bitkilerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, 500
civarında olduğu tahmin edilmekte; yaklaşık 200 tıbbi ve aromatik bitkinin ihraç
potansiyelinin olduğu belirtilmektedir.4

Etnobotanik Terimi ve Tarihçesi

Etnobotanik kelimesinin kökü olan etno- insanların çalışılması, botanik de
bitkilerin çalışılması ya da bitki bilimi anlamına gelir. Etnobotanik, geniş
anlamda, farklı insan topluluklarındaki bitki-insan ilişkilerini ifade
etmektedir.1

Etnobotanik terimi, ilk kez 1895 yılında, bir biyoloji profesörü olan John W.
Harshberger tarafından kullanılmaya başlanmış olup, basitçe “bitkilerin yerel
halk tarafından kullanımı” olarak tanımlanmıştır. Ayrıca etnobotanik teriminin
ilk geçtiği yer olan, Harshberger’in “The Purposes of Etnobotany” adlı eseri bu
konuda bilinen ilk yayındır. Bu terimin bilim dünyasına girmesiyle etnobotanik
çalışmalarda yeni bir çığır açılmıştır ve konu, halk da dâhil olmak üzere artık
çok geniş bir kesimin ilgisini çekmiştir. Konu hakkında çalışan her kesim bu
bilim dalına yeni bir teknik ve bilgi katmıştır. 5



Ancak biz bugün etnobotanik için geniş anlamda “evrim süreci içinde insan-bitki
ilişkileri” diyebiliriz. Daha dar anlamdaysa “bir yörede yaşayan halkın, yakın
çevresinde bulunan bitkilerden çeşitli gereksinimlerini karşılamak üzere
yararlanma bilgisi ve bitkiler üzerine etkileri” olarak özetleyebiliriz.
Günümüzde sadece bitkilerin niçin kullanıldığı değil, aynı zamanda bitkilerin
yetiştiği ortam şartlarının belirlenmesi konularına da odaklanmış olan
etnobotanik terimi, sürekli tanımlanmaktadır ve tanımı üzerinde kesin bir fikir
birliği yoktur. 5
Etnobotaniğin ortaya çıkışında, çeşitli hastalıkların tedavi edilmesi amacıyla
binlerce yıldan beri tıbbi bitkilerin kullanılması büyük rol oynamıştır. Eski
çağlardan günümüze gelen etnobotanik kitapları veya belgeleri tıbbi bitkilerin
kullanımı üzerinedir. Örneğin Hitit yazıtlarında, Mısır papirüslerinde,
ilkçağlardan kalan kitaplarda hep tıbbi bitkilerin yerel adları ve kullanım
şekilleri verilmiştir. Bitkilerden en çok gıda ve tedavi edici olarak
yararlanılmakla beraber, yakıt, yapı malzemesi, süs eşyası yapımı, boyar madde
ve büyü, nazar gibi inançsal amaçlı vb. kullanımlar da yaygındır.5





GÖRSEL;HTTP://ISTE.ISTANBUL.EDU.TR/?PAGE_ID=6488

Günümüzde etnobotanik araştırmalarda en ileri ülke Hindistan’dır. Çin’de
geleneksel tıp bilgilerinin derlemesinin yanı sıra, Kunming Botanik
Enstitüsü’nde yer alan etnobotanik laboratuvarında birçok araştırmacı çeşitli
bölgelerde kullanılan bitkileri araştırmayı sürdürmektedir. Nijerya, Kenya gibi
Afrika ülkelerinde ve Latin Amerika’da ekip çalışmalarına ve yeni
laboratuvarların kurulmasına başlanmıştır.1

¬Kaynakça

1. Alpınar, K., Saçlı, S., Türkiye’deki Etnobotanik Çalışmalar Hakkında Bir
Bibliyografya, XI.Bitkisel İlaç Hammaddeleri Toplantısı, Ankara, 1996, “Bildiri
kitabı”, Ed. Coşkun, M., Ankara Üni. Ecz. Fak. Yay. No. 75, s. 157-166, Ankara
(1997).

2. Kendir, G., & Güvenç, A. (2010). Etnobotanik ve Türkiye’de yapılmış
etnobotanik çalışmalara genel bir bakış. Hacettepe Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi Dergisi, 30(1), 49-80.

3.Koçyiğit, M., Yalova İlinde Etnobotanik Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Özhatay,N. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, (2005).

4.Tütenocaklı, T., Ayvacık (B1, Çanakkale) ve Çevresinin Etnobotaniği, Yüksek
Lisans Tezi, Danışman: Uysal, İ., Çanakkale onsekiz Mart Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, (2002).



5. Güner, A., Özhatay, N., Ekim, T. and Başer, K.H.C., Flora of Turkey, Volume
11, Edinburgh University Press. Edinburgh, (2000).



Gamze Avcı





ZAMAN MAKİNESİ “BUZULLAR”

12 Aralık 201712 Aralık 2017 GamzeYorum bırakın

Son 30 yıldır dağ buzullarından ve kutuplarda ki buzul örtülerinden sondajla
çıkarılan buzul örnekleri geçmişteki iklim değişmeleri ile ilgili en uzun
kesintisiz ve ayrıntılı bilgilerin açığa çıkarılmasında önemli rol oynamakta ve
bu nedenle de “zaman makinesi” olarak adlandırmak doğru olur.

Buzullardan çıkarılan örneklerden iklim değişmelerinin saptanmasının yanısıra
volkanik etkinlikler ,güneş aktivitesi ve atmosferin bileşimi konusunda da
bilgiler sağlanmaktadır. Buzulların önemli iklim kayıtlarına dönüşmesi kar ve
buzun fiziksel özellikleri ile ilgilidir. Kar tanelerinin düştüğü kutup
bölgelerinde yüzey sıcaklığı nadiren donma noktasının üzerinde dir bu nedenle
yeni yağan kar bir önceki yılın kar tabakasının üzerine erimeden düşer.( Erlat
2003)

Her yıl tekrarlanan bu olay sonucunda kesintisiz bir kayıt elde etme olanağı
doğar. Tabakaların sayısı kalınlıkları ve renk değişimleri belirlendikten sonra
farklı buzul örnekleri ile ilişkilendirilir. Böylece buzulun yaşı ve birikim
oranı hesaplanır. Buz tabakalarının yaşı karbon 14 yöntemi veya bilinen volkanik
etkinlikler ile karşılaştırılarak da hesaplanır. Grönland ve antarktikada
yürütülen projelerde ki sondaj örnekleri uzunlukları ile geçmişteki iklim
değişmelerini daha iyi yansıtmaktadır.( Erlat 2003)



görsel; http://waisdivide.unh.edu

Grönland ile karşılaştırıldığında Antarktika da ki buzul örtüsünde havanın çok
soğuk ve düşen kar miktarının az olması nedeniyle yıllık tabakalar çok ince
olmakla birlikte, buzul örtüsünün tabanındaki buzun yaşı daha eskidir. Kar
yaşının daha fazla bu nedenle yıllık tabakaların daha kalın olduğu Grönland’ dan
çıkarılan buzul örneklerinde ise, tabakların sayısına bakılarak yapılan
tarihlendirme işlemleri daha kolay gerçekleştirilmektedir. Buzullardan alınan
örnekler üzerinde yapılan ve geçmişte ki iklim özelliklerini belirlemeye yönelik
analizler den sera gazlarının analizi; Buzulların üzerinde ki metrelerce
kalınlığın da ki kar örtüsü ve yoğunluğu daha az olan tabaka içinde havanın
serbest olarak dağılması ve rüzgarın taze havayı tabakalar arasına pompalaması
buzullardan sadece hava sıcaklığı değil atmosferin bileşiminide öğrenmeyi mümkün
kılmaktadır. Buzul yüzeyinin genellikle 70-120 metre altında kar ve firn
tabakası yerini glasiyer buzula bırakırken kar ve firn tabakası içinde ki küçük
hava kabarcıkları buzun içine hapsolmakta ve böylece dış dünya ile teması
kesilmektedir. Buzul içinde hapsolmuş hava kabarcıklarından geçmişte atmosferde
yer alan sera gazlarının oranı belirlenebilmektedir. (Erlat 2003)

Buzullarda Yürütülen Projeler

Günümüzde paleoklimatik kayıtlar olan örtü ve dağ buzullarından yararlanılarak
yürütülen çok sayıda proje bulunmaktadır. Buzul örtüleri üzerinde yapılan buzul
sondajları kuzey yarımkürede Grönland, güney yarım kürede ise Antarktika
kıtasında yapılmaktadır. Buzullardan sondaj ile ilk örnek alma işlemi 1966
yılında Grönland’ın kuzey batısında ki Camp Century istasyonunda yapılmış ve son
buzullar arası çağda buzul örtüsünün tamamen erimediği sonucuna ulaşılmıştır.
Antarktika da ilk derin buzul sondajı ise 1968 yılında BYRD İstasyonunda
başlamış ve elde edilen sonuçların kuzey yarım küredekiler ile büyük bir
benzerlik gösterdiği belirlenmiştir. (Erlat 2003)





GÖRSEL;HTTP://CDIAC.ESS-DIVE.LBL.GOV/ICE_CORES_AEROSOLS.HTML    

1981 yılında Danimarka İsveç ve ABD li araştırmacıların işbirliği ile
Grönland’ın güneyinde DYE-3 İstasyonunda başlayan Grönland Buzul Örtüsü projesi
(Greenland Ice Sheet Project ) GISP son 90 bin yılda iklim değişmeleri konusunda
ayrıntılı bilgilerin elde edilmesine olanak tanımıştır.    www.atlasobscura.com/


görsel; https://phys.org/news/2009-09-greenland-ice-sheet.html

Sonra ki yıllarda sekiz Avrupa ülkesinin ortak çalışmaları ile Grönland da
başlayan Greenland Ice Core Project (GISP) ve ABD den on dokuz enstitünün
ortaklığı ile yürütülen Greenland Ice Sheet Project 2 ile Kuzey Yarımküre için
önemli klimatik bilgilere ulaşılmıştır. 1992 yılında buzul örtüsünün 3053 metre
derinlikte ki tabanına ulaşıldığında kuzey yarım kürede için son 110 bin yılı
kapsayan ve iki buzul ve buzullar arası çağı içeren en uzun ve kesintisiz iklim
kayıtları elde edilmiştir. Bu proje ile söz konusu zaman dilimi içinde
atmosferin bileşimi sıcaklık ve volkanik faaliyetler belirlene bilmiştir. Buzul
örneklerinin elde dilmesi amacıyla proje ve çalışmaların yürütüldüğü bir başka
yer Antarktika Kıtasıdır. Vostok ista. syonunda başlatılan sondaj çalışmalarında
1993 yılında 2755 metre derinliğe ulaşılmıştır. (Erlat 2003)

Bununla ilgili bir haberde Vostok projesiyle birlikte yaşanan önemli bir olaydan
bahsediliyor;   

(Bilim insanları Güney Kutbu’nda (Antarktika kıtasında) buz tabakasını 4
kilometre delerek altta gömülü bir göle ulaştıklarını açıkladılar. Saint
Petersburg merkezli araştırma enstitüsünden mühendisler, ilk kez bu tip bir
tatlı su gölüne sondaj yapmayı başaran ekip olarak tarihe geçti. yerbilim) (
http://www.yerbilimleri.com/buzuldaki-sondaj-vostok–golune–vardi/))



görsel;(http://www.lakescientist.com/wp-content/uploads/2014/02/lake-vostok-national-science-foundation.jpg



(Gözlemciler, ekibin başarısını Kutuplar’daki en önemli keşiflerden biri olarak
tanımlıyor. Sıcaklığın -90 dereceye dek düştüğü bir ortamda çok zor şartlar
altında çalışan mühendisler, kilometrelerce kalınlıktaki buz tabakasının dibinde
Lüksemburg’un yaklaşık altı katı büyüklüğünde bir gölün yattığını radarlarla
tespit etti. Bu derinlikte suyun sıvı halde bulunması; buz tabakasının
ağırlığının oluşturduğu ısı, daha derindeki yerkabuğunun sıcaklığı ve üstteki
buz tabakasının uyguladığı muazzam büyüklükteki basınca bağlanıyor. Vostok
gölünün tahminen 15-20 milyon yıldır dünyanın atmosferiyle temasa geçmediği
açıklandı. Gölden alınan numunelerin Güney Kutbu’nun geçmişteki yapısı ve iklimi
hakkında kilit önemde ipuçları vermesi bekleniyor. Aynı zamanda, buzların
altında gömülü sıvı su kütlesinde ne tip canlı organizmalarla karşılaşılacağı da
büyük merak konusu. Örneğin, milyonlarca yıldır hiç değişmemiş canlı
mikroorganizma bulmak mümkün) (
http://www.yerbilimleri.com/buzuldaki-sondaj-vostok–golune–vardi/)

Son olarak 2004 yılında EPİCA projesiyle Antarktika da iki ayrı noktada
yürütülen sondaj çalışmaları ile en uzun klimatik kayıtlara ulaşılmıştır. Proje
ile DOME C noktasına sondaj tamamlanmış ve 3270 metreye inilmiştir. Bu derinlik
ile günümüzden 740 bin yıl öncesine kadar olan iklim kayıtlarına ulaşılmış ve 8
buzul çağı belirlenmiştir. Günümüzde Güney Amerika da And dağları , Afrikada
Klimanjaro, Asyada Tibet platosu ve Himalaya, Kuzey Amerika da Alaska ve Rusyada
ki dağ buzullarında araştırma ve projeler devam etmiştir.(Erlat 2003)

Central Asia Deep Ice-Coring Project projesiyle Pamir ve Tiyenşan dağlarında
bulunan buzulların incelenmesiyle günümüzden yüz bin yıl öncesine ait önemli
klimatik ve çevresel bigiler elde edilmiştir. Ancak 20.yy da görülen küresel
sıcaklık artışına paralel olarak dünyada birçok dağ buzulunda görülen hızlı geri
çekilme bu buzullarda sondaj yapma ve bilimsel veri elde etme olanaklarını
kısıtlamaktadır. Sonuç olarak buzul örnekleri ile iklim değişmeleri konusundaki
teorileri test etme olanağı doğduğu gibi iklim tarihine yeni görüşler
kazandırıldığını söyleyebiliriz. Bu örnekler ile son buzul çağının klimatik ve
çevresel özellikleri modern uygarlığın ilk yılları ve sanayi devriminin başın da
ki atmosferin bileşimine ilişkin değerli bilgiler elde edilmiştir. Ayrıca iklim
sisteminde bugüne kadar bilinmeyen doğal döngüler ve atmosfer-okyanus arasında
ki karşılıklı ilişkiler belirlenebilmiştir. (Erlat 2003)

Kaynakça;

1.Erlat E. (2003) İklim Sistemi Ve İklim Değişmeleri. Ege Üni. Yayınları
Edebiyat Fakültesi yayın no:155

2.https://www.atlasobscura.com/join?cause=been&next=%2Fplaces%2Fcamp-century)

3.http://www.yerbilimleri.com/buzuldaki-sondaj-vostok–golune–vardi/

Görseller;

http://waisdivide.unh.edu

http://www.lakescientist.com/wp-content/uploads/2014/02/lake-vostok-national-science-foundation.jpg

http://cdiac.ornl.gov/ice_cores_aerosols.html

https://phys.org/news/2009-09-greenland-ice-sheet.html

GAMZE AVCI





PETROGLİFLER İLE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI

12 Aralık 201712 Aralık 2017 GamzeYorum bırakın

Türkler kimdir, tarih sahnesine ilk kez ne zaman çıkmışlardır, ilk yurtları
neresidir, tarih boyunca nerelerde gittiler,nasıl bir hayat tarzları vardı, 
nerelerde yaşadılar ve hangi boylara ayrıldılar, ayrılan boylar bu gün hangi
milletlerdir, hangi dinler ve inanış sistemi içerisinde bulundular, kimlerle
akrabadırlar? Bir başka soru da Türkler, neleri keşfedip dünya medeniyetine
hediye etmişlerdir? Bu soruların cevabını verebilmek; kâğıdın, tarihi
kayıtların, belgenin bulunmadığı dönemlerde araştırmak ve insanların bilgisine
sunmak son derece zor olmuştur. Bunun bir sonucu olarak Türk tarihi ve
kültürünün varlığı, klasik anlamda tarihî belgelerin ve bilgilerin uzandığı
yıllardan başlatılmıştır. Hatta bu bir gelenek durumuna getirilmiştir.
Dolayısıyla Türkler, genel olarak, birkaç bin yıllık tarihe ve kültüre sahip bir
millet olarak kabul edilmiştir. (Demir,2009)

Petroglif Nedir?

Petroglifler ve Damgalar:

bir devrin iletişim aracı, yazısı olarak nitelendirilen kaya üstü tasvirler,
kavramların işaretlenmesi / kalıcılığının sağlanması ve gelecek nesillere
aktarılması itibarıyla sosyal ve kültürel açıdan büyük önem taşır.             
                                                                             
 Türk boylarının yaşam biçimleri, inanç sistemleri, dünyayı algılama biçimleri
ve estetik anlayışlarına dair önemli bilgileri geçmişten günümüze taşıyan kaya
üstü tasvirler, kullanıldıkları dönemlerin kültür ve uygarlığının günümüz
dünyasındaki şahitleridir. Yer aldıkları bölgelerin coğrafî özelliklerini de
yansıtan kaya üstü tasvirler, aynı zamanda dönemlerine ait canlı türleri ve
kültürün söz konusu canlıları algılama biçimi hakkında da değerli bilgiler
sunar. (Mert,2007)   

(GÖRSEL;
HTTPS://IO.WP.COM/TURKCETARIH.COM/WP-CONTENT/UPLOADS/2017/08/PETROGLIF.JPG

Yazılı iletişimin kaya üstü tasvirlerden sonra ikinci aşamasını teşkil eden
damgalar, Türk boylarının “biz” kavramına ulaşma, yabancı / öteki kültürlere
göre kendilerini tanımlama sürecinde geliştirilmişlerdir. Türkler’in kullandığı
ilk fonetik alfabenin (Köktürk alfabesinin) harflerinin de kaynağını teşkil eden
“damgalar” tarihî süreçte:

1. Kabilenin ortak malı olan konak yerleri, yol kavşakları ve otlaklardaki

taş, kaya gibi yerlerde,

2. Aileye, boya ait hayvanların işaretlenmesinde,

3. Kilim, halı, çul, keçe, testi gibi ev eşyalarında,

4. Evlerin kapı ve duvarlarında,

5. El, yüz, pazu ve göğüse… yapılan döğmelerde,

6. Şaman davullarında,

7. Kurban olarak adanmış hayvanlarda,



8. Mezar taşlarında,

9. Sınır taşlarında,

11. Arı kovanı ve ambarlarda,

12. At koşum takımlarında, yer almıştır. (Mert,2007)

Yazılı iletişimin ilk basamakları olarak nitelendirilen kaya üstü tasvirlerine
ve damgalara Türk kültürünün hâkim olduğu hemen hemen her bölgede rastlamak
mümkündür. Bugün Moğolistan, Altay, Tuva, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan,
Anadolu gibi aralarında binlerce kilometre mesafe bulunan ve birbirlerinden
tamamen farklı coğrafî özellikler arz eden bölgelerde vücuda getirilmiş olan
kaya üstü tasvirlerin hem yapım teknikleri, hem üslûp özellikleri, hem de ifade
ettikleri anlamlar, bu eserlerin aynı duygu ve düşüncenin ürünü olduklarını
açıkça ortaya koymaktadır (Alyılmaz, 2007) 

 



GÖRSEL:
HTTP://WWW.TURKKOZMOLOJISI.COM/2015/07/MO-3YY-HAKASYADAN-BIR-PETROGLIF-7-KOLLU.HTML

Eski Türk inanç sisteminin en belirgin özelliklerinden biri, Türkler’in kendi
yaşam tarzları için önem arz eden tabiatın temel kavramlarına / unsurlarına bir
ruh verip onları saygınlaştırmaları ve kutsallaştırmalarıdır. Şamanlık inaç
sisteminde; dağ, su (ırmak, göl, pınar), ağaç, orman, kaya kültlerinin önemli
bir yeri vardır. Eski Türkler, bu kültlerin hepsine birden yer-sub adını
vermişlerdir. Dolayısıyla eski çağlardan günümüze Türkler’deki tabiat kültünün
en önemli unsurlarından birini “su” oluşturmaktadır.  “Su kültü” ile ilgili en
eski kayıtlara göre, su, Hunlar’dan bu yana Türkler arasında kutsal sayılmıştır.
İslam bilgini Bîrûni, Oğuzlar’ın çok bereketli bir pınarın yanındaki kayaya
taptıklarından ve secde ettiklerinden bahsetmektedir. Gerdizî de 10. yüzyılda
İrtiş ırmağı başlarını işgal eden Kimek kabilesinin bu ırmağa taptığını ve “Su
Kimeklerin Tanrısıdır” ifadesini kullandıklarını belirtmektedir. (Mert,2007)  

Bugün de Anadolu’da Türk boylarının kendi vücutlarının çalışma sistemiyle
doğanın yapısı ve çalışma sistemi arasında bir ilişki kurarak vücutlarını saran,
besleyen ve sürekli yenilenen kan ile doğayı besleyen ve daima yenilenen su
arasında (işlev itibarıyla) bir benzerlik gördükleri; ırmakları, su kaynaklarını
kutsallaştırdıkları anlaşılmaktadır. Zira tabiat kültü çerçevesinde
kutsallaştırılan söz konusu mekânların da tarih boyunca farklı Türk
boylarıtarafından Tanrı’ya kurban adama, dua ve şükür yerleri olarak
kullanıldığı anlaşılmaktadır.



Türk kültüründeki önemli sembollerden biri de geyiktir. Zira, eski Türk
inanışına göre geyik, Türk boyları arasında “kutsal ana” olarak kabul edilmiş ve
ona olağanüstü özellikler atfedilerek saygı gösterilmiştir. Eski Türk yaşayış ve
inanışında Kurt göklerin, geyik ise yer-su ruhlarının, Tanrı’nın ve uzun ömrün
sembolü olarak kullanılmıştır. Bir antilopla geyik başı tasvirinin Dilli
vadisindeki bulunduğu yer ile Türk kültürünün geyiği algılama biçimi arasında
sıkı bir bağ vardır. (Mert,2007)  Pek çok tarih bilimcisi; insanların yaşadığı
olaylar, yazının bulunması ile kayda alındığını düşünerek tarihî çağları yazının
bulunuşu ile başlatmak hatasına düşmüş veya kasıtlı olarak böyle bir yola
gitmiştir. Hâlbuki insanoğlu, yaşadığı olayları, petroglifler vasıtasıyla
kayalar üzerine nakşetmiştir. Tarih bilimcilerin bu gerçeği neden görmezden
geldiği veya göremediği gerçekten merek konusudur.

Petroglifler’den sonraki aşama, ideogram (doğrudan doğruya fikri ifade eden
işaret, varlıkların sembolize edildiği ya da bir düşüncenin anlatıldığı
çizim)’dır. Daha gelişmiş ve düzenlenmiş biçimi ise piktogram (resimyazı)’dır.
Piktogram’dan sonraki aşama damga dönemidir. Damgadan dile doğru giden yol,
hece, yarı hece ve harf şeklinde gelişmiştir. Orhun Yazıtları, bu aşamaların en
son noktasıdır. Türklerin, Çinliler gibi klasik anlamada tarihî bir arşivi
olmamıştır. Bu yüzden tarihî hafızası zayıf olarak değerlendirilmiştir. Hâlbuki
Türkler, ulaşabildiği her coğrafyaya tarihini, düşüncelerini, yaşayış
tarzlarını, inançlarını kayalar üzerine kazımıştır. Kaya üzerine çizilen resim,
figür ve yazılar incelendiğinde sosyal ve fen bilimlerinin pek çok alanında
binlerce yıl geriye gidilebilmektedir. (ZfWT,2009-Demir,2009)

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Atatürk Dönemi’nde başlayan ve son
yıllarda Türk ve yabancı bilim adamları tarafından yoğunlaştırılan çalışmalarla
Türk tarihi ve kültürü üzerindeki küller ve sis perdesi kaldırılmaktadır. Kaya
üzerine çizilen resim, figür ve yazılarla ilgili araştırmalar yapılmakta,
gerçekler bir bir ortaya çıkmaktadır.

Kaynaklardan öğrendiğimize göre kâğıt; M.S. 610’da uzak doğuda kullanılmış, 8.
yüzyılda batıya doğru yolculuğa başlamıştır. Abbasiler, kâğıt yapmayı Türklerden
öğrenmiş, bu tecrübelerini 11. yüzyılda İspanya’ya götürmüştür. Avrupa’nın
kâğıtla tanışması, Araplar vasıtasıyla 11. yüzyılda gerçekleşmiştir.

Dolayısıyla kâğıt ile yazılan kaynakların tarihi, 1200 yıldan daha ileriye
gitmez. Eski medeniyetlerden kalma, pişmiş veya güneşte kurutulmuş kilden
yapılmış, üzerinde çivi yazısı ile metin yazılı belgeler olan tabletler, M.Ö.
3000’e kadar gitmektedir. Sümerlere ait bu buluş olan tabletler, yazının ve
tarihin temeli sayılmıştır. Tabletler; tarih, hukuk, tıp, edebiyat, ekonomi ve
dinî konuları içermektedir. Ayrıca matematik, astronomi, sihir gibi konular da
yer almaktadır. Tabletler; kaya üzerine çizilen resim ve figürler ile yazılan
yazıların bir sonraki aşaması olup taşlara yazılan veya çizilenlerden daha
düzenlidir. (Demir,2009)

KAYNAKÇA

Alyılmaz, Cengiz, (Kök)Türk Harfli Yazıtların Epigrafik Belgelemelerinde
Uygulanacak Yöntem ve Teknikler, Ankara, 2007, s. 41-47.

Demir, N. (2009). Türk tarihinin ve kültürünün kaynağı olarak kaya üzeri
resimler (petroglifler) ve yazılar.

Mert, O. (2007). Kemaliye’de Eski Türk İzleri: Dilli Vadisindeki Petroglif ve
Damgalar. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 14(34).

ZfWT Vol. 1, No. 1 (2009) ZfWT Zeitschrift für die Welt der Türken Journal of
World of Turks -(Demir, N. (2009).



 

GAMZE AVCI




BILIM ADAMI OLAMIYORUZ ÇÜNKÜ…

2 Aralık 201527 Mayıs 2016 Gamze1 Yorum

Bilim Adamı olamıyoruz çünkü, o üç noktadan sonra getirilecek o kadar çok sebep
var ki.

Bunların birkaçına değinecek olursak en başta ülkemizde ki eğitim sistemi yer
alıyor.

Eğitim sistemi ülkemizin temel taşlarından biri.

Yetişen nesillerin gelecek için faydalı olması adına önce aile denilen kurumda
daha sonra okul da atılan bir adım.

Ve bu adımlar bireylerin önce karakterlerini, fikir yapılarını belirliyor daha
sonra geleceğe atacakları adım için yeteneklerini keşfetmelerini sağlıyor. Fakat
yanılınan ince bir nokta var ki o da zeka.

Zeka her bireyde olan bir özelliktir, fakat her birey bunu farklı bir şekilde
kullanır.

Eğitim bireyin zekasını oluşturmaz!

Zekasını az ya da çok hale getirmez, ne şekilde kullanabileceğini öğretir, ya da
hangi alanda kullanabileceğini keşfetmesini sağlar.

Bireyin kendinde bulunan keşfettiği özelliklerin hangisini geliştireceğine dair
yönlendirmeler de bulunabilir.

Olumsuz olarak ele alacak olursak yetişen bireyin onda bulunan potansiyelin ne
derece olduğunu farkedememesine ve başka alanlara yönelmesine neden olabilir.

Bireyin kendinde bulunan bir özelliği, var olan bir potansiyeli keşfedememesi ya
da keşfedip bunu geliştirememesinin nedeni kısmen aile ya da diğer faktörler
olsada temeli eğitim sistemidir.

Eğitim sisteminde yatan yanlış yönlendirmeler ve uygulamalardır.

Eğitim sisteminin günümüzde ki en yanlış uygulamalarından biride

ezber sistemidir.

Ezber sistemi yanlış bir eğitim sistemi olup öğrencileri eğitim sisteminden
uzaklaştırmaktadır.

Bireyleri düşünme ve anlama yoluyla öğrenmeleri yerine ezberciliğe
yöneltmektedir.

Öğrenci bir konuyu öğrenirken onu neden öğrendiğini o konunun ona neler
katacağını sorgulayamadan o konunun içeriklerini ezberlemek durumundadır buda o
dersin bireye hiçbir şey katamayacağının göstergesidir.

Ezber sistemi hayatın her alanında olduğu gibi ilk başta birinci sınıfta çıkar
karşımıza.

Bunun en basit örneğide çarpım tablosunun ezberletilmesidir.

Birinci sınıftaki; öğrenmeye, düşünmeye, yorumlamaya tamamen açık, taze
beyinlere sahip bireye çarpım tablosunu ezberletmenin dayatılması, bireyde ‘onu
öğrenince herşey hallolacak’, ‘tek sorun onu ezberlemek’ ya da ‘tek görev onu
ezberlemek’ düşüncesi uyanacaktır.



Oysaki önemli olan onu ezbere bilmek değil orda ki verileri kullanarak bir
problemi çözmüş olmaktır.

O problem için hangi yollara başvurmuş olduğunu göstermektir.

Öğrenci soruyu çözemediğinde yani çıkacak olan sonucu bilemediğinde başarısız
olduğunu düşünmektedir, bu da onun daha fazla çaba göstermesini engellemektedir.
Dolayısıyla o kişinin ciddi anlamda düşünce yapısını zedelemektedir

Tabiki de bireye verilen bu zararın suçlusu öğretmenler ya da öğrenciler
değildir, insanları bu sisteme iten, düşünce yapısıdır.

Eğitimin ilk adımının atıldığı kurum olan ailede de bireye gösterilen
davranışlar bu sistemin ulaşacağı sorunları tetikler .

Örneğin matematiği iyi olan bir öğrenciye zeki gözüyle yaklaşılması,

sözel alanlarda ki bir derse ilgi duyan kişiye ise tembel gözüyle yaklaşılması
en büyük yanlışlardan birisisidir.

Oysa kişi geçmişte bir matematik problemini çözememiş ya da çözüme nasıl
yollardan gidileceğini anlamamış ve ben bunu yapamıyorum diyerek kendine ket
vurmuş olabilir ve derse olan sevgisini kaybetmiş olabilir.

Ama bu herhengi bir zeka sorununun ya da çalışkanlık-tembellik özelliğinin o
kişide olduğunu göstermez.

Ailede ki bu tür yaklaşım yine çocukta çok ciddi bir probleme sebep olabilir.

Oysa ki en önemli şey ailenin çocuğuna inanması ve güvenmesidir .

Kişi kendini hangi alanda geliştirmek istiyorsa o alanda ona destek
çıkılmalıdır.

Bu sayede daha sağlıklı düşünce yapısına sahip bireyler yetişecektir.

Aile ile okul yaşantısında ki eğitim birbirini dengeleyici bir yapıda dır.

Okulda ki eğitim sistemiyle yetişen bir öğrencinin aile içi düşünce yapısı bu
sistemin ona vereceği etkileri engelleyerek o kişiye bunun altından
kalkabileceğini gösterebilir.

Ya da tam tersi yanlış düşünce yapısına sahip bir ailede yetişen bir birey doğru
bir eğitim sistemiyle ket vurduğu düşüncelerini yeniden canlandırabilir .

Herşey insanın kendi elindedir, insanın bir alanda başarısız olması onun diğer
alanlarda da başarısız olacağını göstermez

Her insanın ayrı bir düşünce yapısı vardır,

her düşünce yapısında da ayrı bir yetenek gizlidir.



Geliştirdiğimiz düşünce yapımız ilerdeki kaderimizi belirleyecektir, seçeceğimiz
mesleklerde düşüncelerimiz, yeteneklerimiz, isteklerimiz etkili olacaktır ve
olmalıdır.

Bir insanda herşey düşünceyle başlar .

Descartes ‘düşünüyorum öyleyse varım’ demiştir.

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik düşünebilmesidir, işte burda
da önemli olan, farklı düşünebilmektir .

Kalıpların dışına çıkıp herhangi bir sorunun çözümünde faklı yollardan
gidebilmektir.

Bu bağlamda bir bilim adamının bir düşünürün yetişebilmesi için bütün bu
etkilerden sıyrılıp beyninin bir cam kavanozun içinde muhafaza edilmesi gerekir
ki bu imkansızdır .

Bunun dışında, kendini dış dünyaya adapte edip bu tür etkilere maruz kalmaması,
kendini farklı yollarla geliştirmesi oldukça zordur.

Geçmişte ülkemizde yeterli desteği göremeyip yetenekli kişilerin yurt dışına
gitmesi ve kendilerini orda geliştirmeleri bunun bir örneğidir.

Bu sadece maddi değil manevi anlamda da desteğin görülmemesindendir.

Fakat günümüzde teknolojinin ülkemizde gelişmesi ve bilinçliliğin biraz daha
artması sonucu kendini bu yolda yetiştirmek isteyen insanların biraz daha çaba
sarfederek çalışmalarını ülkemizde gerçekleştirmeleri yolunda adımlar
atılmalıdır.

Bu adımların atılması ve bu zorluğun aşılması içinde insanlara önce

‘ben başarabilirim’ düşüncesi aşılanmalıdır insanların yapabilecekleri,
içlerinde ki potansiyelleri bazı ölçütlere dayandırılıp sınırlandırılmamalıdır.

Bu düşüncenin aşılanması eğitim sisteminin birinci basamağında başlatılmalıdır,
çünkü düşünce kalıpları küçük yaşta başlar.

Aile de eğitimin bir parçasını oluşturduğu için aile bireyleride
bilinçlendirilmelidir,

Aile bireylerinin çocuklarına bu yönde ki en olumsuz etkileri şöyle
sıralanabilir;

 * Baskı ve düşüncelerini sınırlamak

 * ‘Sırtını devlete daya’ Tabiriyle düşüncelerini ileriye yönelik
   geliştirmelerini engellemek (Ya da bir çeşit hayatlarını garantiye alma
   isteği)

 * Bir an önce iş hayatına atılmalarını istemek ve yapacağı çalışmaları zaman
   kaybı olarak görmek

 * Mesleğe sadece parasal olarak bakmak



Ailelerin bu tür yaklaşımlarından dolayı ülkemizde ki bir çok birey
potansiyellerini dışa vuramamaktadırlar.

Oysa ki şu ana kadar akla gelebilecek , icat edilmiş, keşfedilmiş bir çok şeyi,
yapılan bir çok yeniliği, gerçekleştirmiş olan yine herkes gibi duygu
düşüncelere sahip bir insandır.

Diğerlerinden tek farkları kendi düşüncelerinin peşinden gitmiş ve hayallerini
gerçekleştirmişlerdir,

yapabileceklerini sınırlamamış ve Dünyaya tek yönlü bakmamış, bakış açılarını
genişletmişlerdir.

Dolayısıyla bilim adamı olamıyoruz çünkü kendimizi sınırlıyoruz.

Yapabileceklerimizin farkında değiliz.

Kendimizi değil dış dünyayı dinliyoruz,

Kendimize güvenmiyoruz.

Bilim adamı olamıyoruz çünkü kendimizi tanımamıza izin vermiyoruz…

Thomas Edison

  

İlköğretim çağında algılamada yavaşlık nedeniyle okuldan atılmıştır ve özel bir
hoca tarafından eğitilmiştir.

10 yaşına gelincede kendini fizik kimya kitaplarına vererek çalışmalarına
başlamıştır.

ve 1879da elektrik ampülü icat etmiştir.

Albert Einstein  

 

Ailesi ve onu tanıyan insanlar tarafından geri zekalı olarak biliniyordu.

Okulda matematik dışında ki diğer derslerinde başarısızdır.

Okulda ki hocaları adam olamayacağını ve okulu terketmesini söylemişlerdir.

Daha sonra E=mc2 demiştir ve izafiyet teorisinin babası olmuştur…






Arama:


SON YAZILAR

 * Ülkemizin Floristik Yapısı ve “ETNOBOTANİK”
 * ZAMAN MAKİNESİ “BUZULLAR”
 * PETROGLİFLER İLE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI
 * Bilim Adamı Olamıyoruz Çünkü…


SON YORUMLAR

Bilim Adamı Olamıyoruz Çü… için Lynda


ARŞIVLER

 * Aralık 2017
 * Aralık 2015


KATEGORILER

 * Genel


META

 * Kayıt Ol
 * Giriş
 * Yazı beslemesi
 * Yorum beslemesi
 * WordPress.com

Arama:


SON YAZILAR

 * Ülkemizin Floristik Yapısı ve “ETNOBOTANİK”
 * ZAMAN MAKİNESİ “BUZULLAR”
 * PETROGLİFLER İLE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI
 * Bilim Adamı Olamıyoruz Çünkü…


SON YORUMLAR

Bilim Adamı Olamıyoruz Çü… için Lynda


ARŞIVLER

 * Aralık 2017
 * Aralık 2015


KATEGORILER

 * Genel


META

 * Kayıt Ol
 * Giriş
 * Yazı beslemesi
 * Yorum beslemesi
 * WordPress.com


BLOGROLL

 * Discover New Voices
 * Discuss
 * Get Inspired
 * Get Mobile
 * Get Polling
 * Get Support
 * Great Reads
 * Learn WordPress.com
 * Theme Showcase
 * WordPress.com News




BLOGROLL

 * Discover New Voices
 * Discuss
 * Get Inspired
 * Get Mobile
 * Get Polling
 * Get Support
 * Great Reads
 * Learn WordPress.com
 * Theme Showcase
 * WordPress.com News



WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

 * Takip Et Takip Ediliyor
    * gamzeavcblog
      Abone ol
    * WordPress.com hesabınız var mı? Şimdi oturum açın.

 *  * gamzeavcblog
    * Özelleştir
    * Takip Et Takip Ediliyor
    * Kaydolun
    * Giriş
    * Bu içeriği rapor et
    * Siteyi Okuyucuda görüntüle
    * Abonelikleri Yönet
    * Bu şeridi gizle

 

Yorumlar Yükleniyor...

 

Yorum Yapın...
E-posta (Gerekli) İsim (Gerekli) İnternet sitesi

Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini
kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya
bakın: Çerez Politikası
Reklamlar
Powered by wordads.co
We've received your report.

Thanks for your feedback!
Seen too often
Not relevant
Offensive
Broken
Bu Reklamı bildir